BASKILAR BİZİ YILDIRAMAZ!

Aralarında Sendikamız Genel Sekreteri İzzettin ALPERGİN ve şube yöneticilerimizin de olduğu 25 Haziran 2012 tarihinde gözaltına alınan-tutuklanan yönetici ve üyelerimiz hakkındaki iddianameye ilişkin değerlendirmeyi ve sendikal duruşumuzu kamuoyu ile paylaşmak amacıyla KESK ve üye Sendikalarımızın Genel Başkanları ve Yürütme Kurulu Üyelerinin katılımıyla 14 Şubat 2013 tarihinde Mülkiyeliler Birliğinde basın toplantısı yapıldı
Basın açıklamasını KESK Genel Başkan’ı Lami ÖZGEN okudu. Basın açıklaması metni aşağıdadır:
25 Haziran 2012 tarihinde yapılan operasyonla Konfederasyonumuzun Genel Başkan dahil 72 yöneticimiz ve üyemiz hakkındaki iddianame 28 Ocak 2013 tarihinde Ankara 13. Ağır Ceza Mahkemesine verilmiş, iddianame 12 Şubat 2013 günü kabul edilmiştir.
İddianamenin kabul kararıyla birlikte, basın ve yayın organlarında bir dizi haber yayımlandı, olumlu ve olumsuz değerlendirmelerde bulunuldu. Kuşkusuz bütün bunları ‘Basın Özgürlüğü’ kapsamında değerlendiriyoruz. Ancak suçlamanın muhatapları olarak, kamuoyunun doğru biçimde bilgilendirilmesi amacıyla açıklama yapmayı zorunlu bulduk. Açıklamamızda, her bir suçlamaya ayrı ayrı yanıt vermeyeceğiz. Bu konudaki bütün bilgi ve belgeleri, her bir suçlamayla ilgili yanıtları dava süreçlerinde paylaşacağız.
İddianamenin geneline ilişkin olarak;
1.      Öncelikle şunu belirtmek isteriz. Yönetici ve üyelerimiz, 25 Haziran 2012 günü gözaltına alındıklarında, güvenlik görevlileri ve iddia makamı arkadaşlarımızı neyle suçladıysa, bugün de aynı suçlamalar yöneltilmiştir. Bunun üzerine hiçbir şey eklenmemiş, iddianamenin bu kadar süre geciktirilmesiyle, arkadaşlarımız 8 ay haksız yere tutuklu bırakılmıştır.
2.      İddianamenin, hiçbir hukuk ilkesiyle bağdaştırılamayacak biçimde, büyük bir öfkeyle hazırlandığı ve böylece nesnellikten uzaklaşıldığı anlaşılmaktadır. İddia makamı, “şüphelilerin yargılamalarının tutuklu yapılması, hükümle birlikte tutukluluğun devamına karar verilmesini talep etmiştir. İddianamede, KESK Genel Başkanına yönelik ağır ithamlarda bulunulmuş, tutuksuz yargılanıyor olmasından duyulan rahatsızlık açıkça ve sıklıkla dile getirilmiştir. Bu ithamlar ve esas hakkındaki mütalaa ile talep edilebilecek isteklerin yer alması, öfke dışında, başka biçimde açıklanamaz.
3.      İddia makamı bununla da yetinmemiş, bir adım daha ileri giderek, kendisini mahkemenin yerine koymuş ve hüküm kurmuştur. İddia makamının tutukluk konusundaki “… delil durumuna göre bu suçtan mahkumiyetleri kesinlik derecesinde kuvvetle muhtemel olan” biçimindeki değerlendirmesi de başka biçimde açıklanamaz. İddia makamı bu değerlendirmesiyle yargılamayı bitirmiş, yönetici ve üyelerimizi de mahkûm etmiştir. Böylece masumiyet karinesi de bir biçimde, yok sayılmıştır.
Soruşturma aşamasında tüm deliler toplanmış olmasına rağmen savcılığın dava açmasıyla birlikte tutuklama talep etmesi ne kadar ağır bir önyargı içerisinde olduğunu göstermektedir. Bu mantık nedeniyle Türkiye’de uzun tutuklama sorun haline gelmiştir. Aynı mantık maalesef devam etmektedir. Tutuklu 28 arkadaşımızın dışındaki 44 arkadaşımızın hepsi görevlerinin başındadır ve hiçbir yere kaçmamıştır. Yönetici ve üyelerimizi kaçma şüphesi varmış gibi suçlayıp tutuklanmalarını istemek, önyargının bir başka örneğidir.
4.      İddia makamı, sendika üye ve yöneticilerine yönelik ciddi ve haksız ithamlarda bulunmuştur. Yaşamları boyunca hiçbir şiddet eylemine karışmamış, bırakınız silahı, elma soymak için bile çakı taşımayan arkadaşlarımız, terör eylemcileri olarak yansıtılmıştır. İddianamenin sonuç bölümünde yer alan “Ülkemizde binlerce kez gerçekleşen terör eylemlerinin, kendilerini siyasi düşünce suçlusu gibi göstermeye çalışan kişilerin yardımıyla veya bizzat bu kişilerce işlenmiş olması (G. Antep’te 8 sivilin şehit edildiği bombalı saldırıda KCK üyesi bir Devlet memuru)” biçimindeki değerlendirmenin İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin’ in “ tualle, resimle ve fırçayla terör yapıldığı” biçimindeki özlü yaklaşımıyla olan benzerliğini kamuoyunun takdirine bırakıyoruz.
5.      Bu soruşturmayla sendika binalarımız didik didik aranmış, Ankara’da bulunan, neredeyse her sendika genel merkezi ve şubesine gizli kameralar yerleştirilmiş, konuşmalarımız dinlenmiş, sendikal hak ve özgürlüklerimiz ihlal edilmiştir. Genel Başkanın Genel Sekreter ve MYK üyeleriyle yaptığı telefon görüşmelerinin hangi örgütsel ilişkiye dayandığı sorgulanmaya çalışılmıştır. Buna yönelik değerlendirme ve eleştirilerimizi elbette mahkemede ayrıntılı olarak dile getireceğiz. Şunu belirtmekle yetinelim. Hepimiz, her yerde, gece ve gündüz izleniyoruz.
Dinleme ve izlemelerden çıkarılan tek sonuç, arkadaşlarımızın, kişisel ve grup olarak düşüncelerinin mahkûm edilmek istenmesidir. 1144 sayfadan oluşan iddianamenin neredeyse tamamı, sendikacıların katıldıkları toplantılarda dile getirdikleri iddia edilen konuşmalardan oluşmaktadır. Bunların ne kadarının gerçeği yansıttığını da elbette CD kayıtlarını inceledikten sonra değerlendireceğiz.
Hiç kuşku yok ki, arkadaşlarımızın sendikal bakış açılarına kimse katılmak veya desteklemek zorunda değildir. Bu düşüncelerini kabul etmeyebilir, reddedebilir veya eleştirebilir. Ancak düşünceleri nedeniyle sendikacı arkadaşlarımızın kriminalize edilmesi, 8 ay boyunca tutuklu bırakılması, kamuoyu önünde ve aleni biçimde gerçekleştirilen eylemlerimize katıldıkları halde, yasadışı iş ve eylemler gerçekleştiren kişiler gibi yansıtılmasını adalet ve hakkaniyetle bağdaştıramıyoruz.
6.      İddianamede DEMEP adlı sendikal oluşum ile KCK arasında organik bağı gösteren somut hiçbir kanıt olmadığı ve gösterilmediği halde, savcılık kanaati uyarınca böyle bir ilişki varmış gibi davranılmış, arkadaşlarımızın yasa dışı silahlı örgüt üyeliğinden cezalandırılması istenmiştir.
Savcılığın iddianamedeki mantığına göre Kürt siyasal hareketi içerisinde konuşulan çeşitli kelimeleri ve kavramları kullanmak yasa dışı örgüt üyeliği için yeterli kabul edilmiştir. Böylece yönetici ve üyelerimiz düşüncelerini ifade etmeleri nedeniyle yasa dışı örgüt üyeliğinden suçlanmıştır. Kürt sendikacıların Kürt sorununa duyarlı olması, Kürt siyasal hareketinin kullandığı kelime ve kavramları kullanmaları suçlama konusu yapılamaz.
Şayet bu mantık geçerli kabul edilirse, en azından BDP’ ye oy veren 3 milyon seçmenin tamamının yasa dışı silahlı örgüt üyeliğinden yargılanması gerekmektedir. Bu durum başlı başına bir hukuksuzluktur. Bu iddianame mantığıyla, şiddete başvurmayan ve yasal sınırlar içinde mücadele yürütmek isteyen Kürtler nerede olursa olsun mahkûm edilmek istenmektedir.
Bu iddianamede hedef sendikacılar olmuştur. Başka iddianamelerde de Kürt siyasetçiler, avukatlar, gazeteciler, öğrenciler hedef olarak seçilmiştir.
7.      İddianamede Kürt emekçilerin KESK ve KESK’e bağlı sendikalarda sendikal faaliyetlerde bulunmaları maksatlıymış gibi gösterilmiş, “yuvalanma” gibi hakaret içeren terimler kullanılmış, yasa dışı örgütle bağlantı kurulmaya çalışılmıştır. Bilindiği gibi Türkiye’de kamu emekçilerinin sendikal örgütlenmesi 1989 yılında başlamış ve KESK öncülüğünde devam etmiştir. Kamu emekçileri sendikal hareketi içerisinde Kürt emekçilerin en başından beri ve kendi kimlikleriyle yer alması bilinen bir gerçektir. KCK isimli yapılanma olmadan 15 yıl önce başlayan sendikal mücadele içerisindeki Kürt emekçilerin yerinin inkâr edilip, her şeyin KCK örgütlenmesi altına alınması sendikal mücadelemizin yok sayılması anlamına gelmektedir. Bu ülkede Kürt emekçileri de emek mücadelesi yürütmektedir. Mücadele içerisinde hak ettikleri sendikal görevleri de üstlenmeleri kadar doğal bir durum olamaz. KESK’in mücadele tarihinde hiç kimse kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğramamış, ötekileştirilmemiştir. Savcılığın bu yaklaşımı ayrımcı ve ötekileştirici bir tutumdur. Kürtlerin emek mücadelesindeki yerlerinin ısrarla görülmek istenmemesi tipik bir ayrımcılık örneğidir.
8.      Arkadaşlarımızın; 8 Ekim 2011 tarihinde “Eşit, Özgür, Demokratik bir Ülkede İnsanca Yaşam” başlıklı izinli mitingimize, 13 Şubat 2012 günü gözaltına alınarak tutuklanan kadın yönetici ve üyelerimizi desteklemek amacıyla gerçekleştirilen etkinliklere katılmaları, 4688 sayılı yasada yapılan tadilata karşı aldığımız tutum, kamuoyu tarafından 4+4+4 olarak bilinen eğitim yasasına yönelik yaptığımız eylem ve söylemler, 21 Aralık ve 23 Mayıs tarihinde yüz binlerce kamu emekçisinin katıldığı Grevlere katılmaları yasadışı örgütsel faaliyet olarak nitelendirilmiştir.
Konfederasyonumuz her türden baskı ve sindirme operasyonlarına rağmen bu ülkede insanca bir yaşam ve demokratik bir ülke mücadelesini kararlılıkla sürdürmeye devam edecektir. Kamu emekçilerinin, işçilerin ve tüm ezilenlerin sesi, yüreği ve vicdanı olmayı sürdürecektir. Hiçbir haklı gerekçeye dayanmayan mesnetsiz iddialarla arkadaşlarımızı yargılamaya çalışanlara karşı örgütlü gücümüzle ve dostlarımızın desteğiyle dava süreçlerinde en etkili cevabı vereceğimizden kimsenin hiçbir kuşkusu olmasın.

Yorum yaz

Yazacağınız yorumlar kontrol edildikten sonra onaylanmaktadır.